Menü Kapat

Kübra Ünlü – Sunay Akın Röportajı

Kübra Ünlü – Sunay Akın Röportajı

Ben Kızıma İstanbul Adını Koyacaktım

Kübra Ünlü – Sunay Akın Röportajı

“Ben kızıma İstanbul adını koyacaktım, sonra düşündüm ki bu büyük haksızlık”

Kendisini “tek kişilik orduyum” diye tanımlayan bir isim. Kendi cumhuriyetinin Don Kişot‘luğunu yaptığını söylüyor. Ancak ben “düşlerimi gerçekleştiriyorum” diyor. Düşlerini gerçekleştirmek için yaşayan bir şair. En çok da kadınlar ve gençlerin şairi.

O’nun ürettikleri ve sanatı her zaman isminden önce geldi. Adıyla değil, çalışmalarıyla gündemde kalmayı başaran örnek bir sanatçı oldu.

Türkiye’nin ilk oyuncak müzesini açan tek isim. Harika ve inanılmaz oyuncaklara sahip bir müze. Gazeteci, televizyoncu, radyocu, yazar, şair; kıymetli bir arkadaş Ve Sunay Bey tarihiyle SUNAY AKIN.

Kübra Ünlü – Sunay Akın Röportajı

Kübra kafes boş değil

KübraÜnlü: Televizyon programlarımın ilk yıllarıydı, Sunay Akın’ında geniş kitlelere ulaştığı ilk yıllar… 1994 yılıydı, sizinle birlikte Tuzla Hayvanat Bahçesini gezip orada yaşayan hayvanların saraya geliş hikâyelerini çekip yayınlamıştık.

Sunay Akın: Evet, evet, o dönem benimde araştırmalarını yaptığım hikâyelerini yazmak istediğim; tarihin derinliklerinde sultanlara, padişahlara armağan edilmiş hayvanların hikâyeleri mevcuttu. Ve o dönem beni ve yaptığım araştırmalarımı takip eden üç, beş kişiden biriydin sen ve hatta beni keşfeden medyadaki ilk insanlardan birisin. Onun için seninle sohbet etmek benim için ayrıca çok anlamlı ve çok önemli. Ve seninle o programı yaptığımızda ben daha “İstanbul’da Bir Zürafa” adlı kitabımı daha çıkarmamıştım. Ama çalışıyordum. Biz seninle o dönem yapmıştık o programı…

Ben hayvanat bahçelerini hiç sevmem biliyor musun? Ama bütün hayvanat bahçelerini gördüm dünyadaki biliyor musun? Niye biliyor musun; kafeslerdeki bütün hayvanlardan özür dilemek için. Yani ben, seni oraya koyanlardan biri değilim. Frankfurt Hayvanat Bahçesini gezerken, kapıdan içeri girmiştim, karşıma ilk kafes çıktı, şu yazıyor tabelada…”Doğanın en vahşi canlısı”… Hangi hayvan bu dedim… Baktım kafes boş… Kübra kafes boş değil… Kafesin tam ortasında bir boy aynası var…”Doğanın en vahşi canlısı”…BEN… Kendimi gördüm… Ne büyük bir ders… İşte bu dersi hiç bir kitaptan alamazsın.

Kübra Ünlü – Sunay Akın Röportajı

İşte o programlarla birlikte bende tıpkı diğer sıkı takipçi ve okuyucularınız gibi sizi takip eder ve okur oldum.

İşte bu yüzden seninle sohbet etmek benim için çok anlamlı… Çünkü o dönemde beni ilk keşfeden medyadaki bir kaç insandan birisin. Yani o dönemde Sunay Akın’ın yazdıklarının, söylediklerinin, toplum için çok önemli olduğunu, insanların bunları duyması gerektiğini kavrayan medyanın içindeki bir elin parmaklarının sayısını geçmeyen insanlardan birisisin sen… O yüzden seninle konuşmak ayrı bir mutluluk. O yüzden sen benim için hep çok ayrı bir güzellikle gönlümdesin.

Aslolan Don Kişot olmak işte

Çok teşekkür ederim… Sonrasında birçok röportajınızda dile getirdiniz… ”Ben tek kişilik bir orduyum. Kendi Don Kişot’luğumu yarattım”. Bunların üzerine şunu sormak istiyorum; hayallerinizi gerçekleştirebildiniz mi?

Ya Kübra, değirmenlerden çok dayak yedik;  biliyor musun? Hepsi gerçekleşti desem yalan olur. Yani nasıl ki Don Kişot değirmenlere savaş açmış, ama çarpıp o değirmenlerin döngüsüne yere düşmüş atından. Oluyor ama önemli olan bu değil. Mutlak mutluluk, düşlerin gerçekleştiği mutlak bir dünya yok… Fakat önemli olan düşlerin peşinde gitmek. Yani aslolan Don Kişot olmak işte… Bu yüzden hayallerimde gerçekleştirdiklerimi ayakta tutmaya çalışıyorum. Oyuncak Müzesi’ni tamam kurdum bu benim hayalimdi. Gerçekleştirdim; şimdi onu ayakta tutmak hayalim.

Kübra Ünlü – Sunay Akın Röportajı

Sunay Akın çocukluğundan; Trabzondan; Cemal Süreyya’dan bahsederse neler aktarır?

Cemal Süreyya benim ilk şiir kitabım “Makiler” in adını koydu ve bir de yazı yazdı o kitap için. Orada diyor ki” Yarın ne yapacak; çok merak ediyorum”, 1985 de dedi bunu. 24 yıl oldu… Anlayamamıştım o zaman ne demek istediğini. Şimdi galiba ben birazcık anlayabiliyorum.

Peki, siz başkalarına bu sözü diyor musunuz?

Çok çok; özellikle çocuklar… Tabi genç edebiyatçılarımızdan da var benim ilgi gösterdiğim. Usta- çırak ilişkisi içerisinde olduğum arkadaşlarım var…

Haydarpaşa Garının merdivenlerinden aşağı iner İstanbul’a ilk kez gelen

Sunay Akın bir İstanbul aşığı… Neler söylersiniz bu konu ile ilgili?

O benim en yakın arkadaşım. Ben bir şehirle arkadaş olmanın şansını yaşıyorum. Ben kızıma İstanbul adını koyacaktım. Şimdi bunu bir başka arkadaş söylüyor. Ama sonradan düşündüm ve bu büyük bir haksızlık olur dedim. Ilgın adını koydum; Ilgın şimdi 15 yaşında. İstanbul’u o denli seviyorum; çünkü İstanbul herkese ait. İstanbul’u, tarihini; ayrıntılarını biliyorum fakat İstanbul’da yaşayanı daha çok seviyorum. Hani o kızdığımız; ya ne biçim dediğimiz, herkes dediğimiz…

Ama İstanbul’un tarihi hep buydu; İstanbul buydu… İstanbul hep Anadolu’dan gelen insanlarla var olmuş. İstanbul Anadolu’yu kendinden üstün görür. İstanbul bilir ki; Anadolu insanı olmazsa, kendisinin hiçbir güzelliği kalmayacak. Bu nedenledir ki; Haydarpaşa Garı‘ndan trenle İstanbul’a gelen pek çok insan; İstanbul’a merdiven çıkarak ulaşmaz. Basamaklardan aşağı iner. Haydarpaşa Garının merdivenlerinden aşağı iner İstanbul’a ilk kez gelen bir Anadolulu. Çünkü İstanbul bilir ki; Anadolu’dan gelen kendinden daha yukarıdadır. Öyle karşılar insanları.

Kübra Ünlü – Sunay Akın Röportajı

Harika… Peki, siz arkadaşlık teklifinde bulunduğunuz o güzel hanımla evlenmişsiniz… Biraz bahsetseniz…

Ben çok şanslıyım. İstanbul Üniversitesi Oşinografi ve Jeomorfoloji bölümünde okuyorum; ilk yıl 1980. 12 Eylülden hemen sonra. Okuldan bir kız arkadaşımla birlikte; evlerimiz Göztepe’de, işte beraber gidip geliyoruz. Bir gün çıktık okuldan; Beyazıt meydanının oraya doğru geliyoruz. Yanımdaki kız arkadaşımla konuşurken birden bire – Belgin! diye, birisine seslendi. Durakta bir kız; o da sese doğru döndü, ama benimle göz göze geldi. O gün bugündür hala göz göze bakışıyoruz… 29 yıl oldu.

Ama artık Belgin Hanım’da sizden randevu alarak görüşebiliyormuş; geçenlerde başka bir konu ile ilgili sizden bir görüş alacaktım, aradım Belgin Hanımı; “ya Kübra’cığım kaç zamandır bekliyorum; kusura bakma; bugüne benimle randevusu var… Ya bir kocamın yüzünü göreyim; inan çocuklar yüzünü unutacak” Dedi.

İnan öyle Kübra.

Müzeler, kütüphaneler, camiler para kazanmak için mi kurulur?

Müzecilikten bahsedelim biraz da, batıdaki oyuncak kavramı ve doğudaki, biz neresindeyiz bu kavramların size göre?

Biz dünyadaki 150 tane oyuncak müzesi içerisinde ilk beşinci sıradayız. Bu büyük bir başarıdır. Bunu dünya şapka çıkararak selamlıyor. Ama ne yazık ki bizim ülkemizde çok büyük sıkıntılarımız var. Bunu şikâyetçi olmak anlamında söylemiyorum. Çünkü ben Türkiye’deki özel müzeciliğin önündeki engelleri biliyordum. Benim derdim bağcıyı dövmek değil. Üzüm yemek. Biliyordum zorlukları, kanundaki yetersizlikleri bile bile açtım. Zaten bunları ben değiştirmeyeceğim de, ben anlatmayacağım da kim anlatacak. Öncü benim, ben binlerce müze gezdim, 20 yıl oyuncak tarihi konusunda biliyorsun çalışmalar yaptım. Yani bunu ben anlatacağım tabi…

Eksiklikleri kavga etmek için kullanmak benim tavrım değil. Ama çok büyük zorluklar var. Örneğin çok ağır vergiler ödüyorum hala, elektrik, su, doğalgaz, müzeye işyeri diye satılıyor. Az ötemde, 50 metre ilerimde bir cami var ve bu cami elektrik, su, doğalgaz, parası vermiyor. Tabi ki vermeyecek. Ama bir toplum mabetleri, ibadethaneleri kadar müzelerinde önemli olduğunu anlayamıyorsa, orada bir sorun var demektir.

Kübra Ünlü – Sunay Akın Röportajı

Bir gün elbette büyük bir koro oluşturacağız

Bizim nasıl ki camilerimizden vergi alınmıyorsa, yani camiden vergi alınır mı? Cami bir şey satıyor mu? Hayır… Müzede satmaz ama… Kütüphaneden vergi alınır mı? Müzeler, kütüphaneler, camiler para kazanmak için mi kurulur? İşte bu çeşitliliği görmemiz lazım. Bunu toplum olarak anlamamız zaman alacak ama birisi bunu anlatmalı. İşte o ben oldum. Seve seve anlatıyorum. Çok hızlı olmasa da yine de birlikte çözüyoruz, önünü açıyoruz. Bu konuda bir koro oluşturalım, anlatalım istiyorum; ancak hala solo devam ediyoruz. Ama bir gün elbette büyük bir koro oluşturacağız, onu biliyorum.

Marmara Üniversitesi‘nde ve Müjdat Gezen Sanat Merkezi‘nde dersler veriyordunuz. Devam edebiliyor musunuz?

Kübra edemedim. Çok istedim ama edemedim; zamanım hiç kalmıyor. 2004 yılında bırakmak zorunda kaldım, istemediğim halde. Müze benim bütün zamanlarımı dolduruyor.

Hangi ara yazıyorsunuz?

Çok güzel, yazmak benim asıl işim. Bütün bu konuştuklarımızın önüne yazmayı koy. Önce okumak, sonra yazmak, hem okuyorum, hem yazıyorum. Ardında kalan zamanlarda işte müze ve diğer işler için vakit bulabiliyorum.

Okumak için kendinize, özel vakit, mekân ayırır mısınız?

Yoooo, mümkün değil; havaalanlarında, uçaklarda, oteller…

Ama şimdi her yazı, her an okunamıyor ya…

Ama işte sıkıntı orada; ben işte okur değilim. Keşke senin o dediğin o okur olsam. Senin o dediğin gibi okur olmayı çok özlüyorum. Otur oku değil mi rahat rahat değil mi… yok ben alıyorum elime bir kitabı geliyorum bilmem kaçıncı sayfasında bir şey görüyorum; gidiyorum kütüphaneme oradan buluyorum o merak ettiğimi; he böyleymiş diyorum… Oradan oraya oradan oraya; bir bakıyorsun masanın üstünde bir sürü kitap…

Kübra Ünlü – Sunay Akın Röportajı

Karşılaştırmalı okuma, benim de en sevdiğim…

Zaten okumak o aslında… Okur profili vardır; biz o değiliz, sende değilsin… Bak yıllardır; sende araştırıyorsun, televizyon programları yapıyorsun, habercisin, yani araştırıyorsun, yani mutfaktasın, tamam; o güzel masaya servis edilen yemeği biz yapıyoruz ama onu oturup rahat rahat yiyemiyoruz. Öyle bir lüksümüz yok.

Çocuklar ve gençlerin size olan hayranlıkları, yaklaşımı ve tepkisini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Çocuklar ve gençler, benim için çok önemli. Hani hep kızarlar ya “ah şu gençler” diye; eğer bir kabahatli varsa biziz. Onların kıllarına dokundurtmam. Onlara yanlış yolu biz hazırladık; bütün kabahat bizde. Okumuyor diyorlar; hayır kabul etmiyorum; okuyorlar… Evet, kitap okumayan bir toplumuz, bu doğru ama biz ışık sunuyor muyuz topluma? Herkes kendi yüzünü aydınlatmakta kullanıyor ışığı.

Dolayısıyla ışığı sunan varsa sevilir, okuru olur, diyorsunuz.

Doğru. Işığı karanlığa götürüyorum. Önemli olan o, karanlıktakinin ışık; yüzünü aydınlatmalı.

Önemli olan taşları doğru dizmek değil, hamle yapmaktır

Anlattığınız tüm hikâyeler gerçek ve belgeli. Bu nedenle de ciddi bir araştırma yapıyorsunuz; bildiğimiz tarih değil, bilmediğimiz tarihi öğreniyoruz sizden?

Kübra, Mercidabık Savaşı‘nın tarihini bildik de ne olduk? Tarih aydınlanmanın; aydın insan olmanın yoludur onu anlatıyorum ben… Önemli olan taşları doğru dizmek değil, hamle yapmaktır.

Sonra bütün bunların arasına bir de televizyon programlarınız girdi, nasıl gerçekleşti?

Evet; televizyonu ben hem seviyorum, hem sevmiyorum, garip bir ilişkim var… Seviyorum, insanlara ulaşmak adına. Benim sevmediğim medya boyutu. Bugün gazetelerin başında yazar değil, yazar kasalar var. Namık Kemal ne güzel söylemiş. “Hokkamı ilacın çanağı, kalemimi de rüzgâra giden bir yelkenli yapamam”,  demiş.

Kübra Ünlü – Sunay Akın Röportajı

Bu sözün üzerine, payına düşenler, nasibini alsın.

Siz doğru bir şey sunarsanız, kurak toprak onu hemen alır. İnsan alır. Bu anlamda televizyonu önemsiyorum, fakat o arkadaki ilişkiler hiç bana göre değil.

Bunca bilgi birikimi ve her yeni gün üstüne tazeleri. Hafıza güçlendirici formülünüz nedir?

Bilmiyorum, bildiğim, bu hafızadan dolayı hep sıkıntı çekmişimdir. Psikiyatrist Atalay Yörükoğlu’na götürürlermiş, babama dermiş, ”bu çocuğun kanatlarını sakın kırmayın”. Galiba bu çekmeceleri doğru kullanma işi. Hafıza dediğimizi ben bir çekmece dizini olarak algılıyorum. Herhalde ben onları doğru kullanıyorum, tasnif ediyorum, bakımını yapıyorum, sıkışmasına fırsat vermiyorum.

Günlük hayata devam edebilme adına kendi iç sıkıntınız oldu mu, bu farklılıklar ve farkındalıklardan?

Yo hayır, çünkü ben hep insanların içindeyim, sırça köşklerde değilim ki, ben hep onların içindeyim. Ben ödül peşinde koşan bir yazar hiç bir zaman olmadım. Kartvizit, kimlik peşinde koşan hiç bir zaman olmadım. Ben hep insanların arasındayım, otobüs durağındaki insanları sevdim, balıkçı barınağındaki balıkçıyı sevdim. Taksi şoförlerini sevdim, hastane önünde bekleşenlerin hüzünlerinde, kendi hüzünlerimi gördüm, onları sevdim…

Oyuncak müzesine yeni oyuncaklar, yeni eserler almak istiyorum

Kendi çocuklarınız peki böyle bir sıkıntı yaşıyorlar mı?

Yok, Kübra ya, onlar çok güzel çocuklar, aynı benim gibi, çok seviyorum onları. Aferin onlara! Tam istediğim gibiler, kendi kuşakları içerisinde uyum içerisindeler, benim onlara anlatmak istediğim her şeyin donanımını aldılar, insanlığın o evrensel değerlerini aldılar. Sığ suda deve güreşi yapmasınlar. Derinlerde olsunlar, dalsınlar. Hayat çok derinlerde.

Bu ara yeni bir hazırlığınız var mı? Kitap, tv programı, tiyatro?

Kitap, kitap, kitap, dedim ya önce ben okuyup, yazıyorum. İnsanoğlunun uçup, aya gitme hayali, düşü ile ilgili, tabi bunu gerçekleştirmesinin öyküsü ile ilgili 14 yıldır çalıştığım bir kitap var. İçinde uçak hikâyeleri var, ay öyküleri var ve bir şiir kitabı var. 2009 da iki kitap çıkaracağım. Yeni bir televizyon programı yapmayı düşünüyorum ama sonbahara doğru. İçeriği yine bir Sunay Akın programı olacak. Biçim olarak aynı, biçemsel olarak farklı olacak. Ve tabi ki oyuncak müzesi, oyuncak müzesine yeni oyuncaklar, yeni eserler almak istiyorum…

Kübra Ünlü – Sunay Akın Röportajı

Kırdığımız Oyuncaklar

Müzede siyasetçilerin oyuncaklarından var mı?

“Kırdığımız Oyuncaklar” adlı kitabımda bu var, daha çok edebiyatçılar, sanatçılar, müzisyenler, gazeteciler, yazarlar üzerinde durdum, onların oyuncaklarını anlattım. Mesela bak Atatürk, Langaza Köyü sanırım dayısının çiftliğinin bulunduğu köyün adı, çocukluk yıllarında ağaç dallarından kulübeler yaparmış. Şimdi bu bir belgesel filmde kullanıldı biliyorsun. Fakat çok eksik, o evleri kulübeleri yapar, onların içine kız kardeşini oturturmuş. Dahası kimsenin oynamadığı çingene çocukları toplar onlarla oynarmış. Belgesel filmin afişinde tek başına oturuyor ya öyle bir şey hiçbir zaman olmamıştır. Ve hatta orada bir gün oynarlarken Aziz adlı bir arkadaşı kulübeyi yakmış ve Mustafa Kemal oradan tüm arkadaşlarını çıkarmış. Orada bir kurtarıcı rolü üstlenmiş. Yani o belgesel de tek başına oturan çocuk imajı doğru değil yani, yanlış…

Uğur Mumcu‘nun itfaiye arabası varmış

Uğur Mumcu‘nun itfaiye arabası varmış. Adnan Menderes‘in alamadığı çok istediği bir tren varmış. Ama almamış, ama bunlardan oyuncak müzesinde hayır yok. Çünkü biz oyuncağı saklamayız, biz eşyayı saklamayız… Biz taşınırken ederken hep, elden çıkartırız… Hatıra, değer bilmiyoruz. Ne yazık ki çok kolay veriyoruz, elbette ki o toplumsal yardımlaşma da, paylaşma anlamında tabi verilmeli, ama bir kaç eşyayı, ya da objeyi kendi tarihimiz için saklamalıyız. Onun için çok çıkmıyor. Türkiye’de müzeye koyulacak, üretilmiş bir oyuncak da yok. Biz oyuncağı çocuğu oyalayan bir şey olarak görmüşüz. Oyuncağa verilen paraya acımışız. Oyuncak endüstrisinde oyuncaklar bizde hep kopya.

İstanbul’un vapurlarına şairlerin adlarını verelim

Yakın zamanda şehir mimarisine kazandırdığınız projeleriniz oldu, İstanbul’daki banklar, ünlü şairlerin şiirlerinin yazılı oldukları banklar, yine bu tarz projeleriniz olacak mı?

Evet, var, hayalimdir, İstanbul’un vapurlarına şairlerin adlarını verelim… Bu olmalı ya, düşünsene Eminönü İskelesinde iki vapur yan yana duruyor. Birinde Nazım Hikmet adı yazıyor, diğerinde Necip Fazıl Kısakürek ve yan yanalar… İşte bu değerlerimizi kutuplaştırmak isteyenlere karşı verilecek en büyük cevap olur. Ne güzel olur. Bir Attila İlhan vapuru geçsin, diğeri Orhan Veli, Cemal Süreyya vapuru, Sezai Karakoç vapuru bunlar bizim ses bayrağımız. Elbette ki düşünceleri birbirini tutmuyordu. Ama zaten benzemesin…

Önemli olan senfoni

Hazreti Mevlana‘nın bir lafı vardır. “Bir yerde herkes aynı şeyi düşünüyorsa, orada kimse bir şey düşünmüyor demektir”. Önemli olan senfoni, farklı farklı enstrümanlardan güzel bir beste yapabilmek. Bırak keman keman olsun, piyano piyano olsun. Kemanları kırıp piyano yapma, piyanoları kırıp keman yapma. Bırak onlar olsun, birlikteliğin senfonisinin notalarını oluşturalım.

Kübra Ünlü – Sunay Akın röportajında sona geldik

KübraÜnlü: Çok teşekkür ediyorum, bu her anı güzel, keyifli sohbeti paylaştığınız için…

Sunay Akın: Ben teşekkür ederim, Kübra bir kaç yıl aradan sonra seni yeniden görmek, ben çok mutlu oldum. Hem herkesle böyle uzun uzun konuşulmuyor, anlatmayı da özlemişim. Asıl ben teşekkür ederim, var ol güzel insan.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir