Menü Kapat

Kübra Ünlü – Erol Günaydın Röportajı

Kübra Ünlü – Erol Günaydın Röportajı

InterviewiconCümlenin gözü aydın olsun

Kübra Ünlü – Erol Günaydın Röportajı

Asistanım Aslı, günler öncesinden bizler için o çok kıymetli ismi konuk listemize yazmıştı. O sezonun ilk söyleşisini kendisi ile yapmak istemiştik. Katılıp katılamayacağı ise o günler de çok belli değildi. Çünkü o günlerde kendisi tiyatro ve dizi setleri arasında mekik dokuyordu.

Sonra ki günlerde ise gelen telefon ile yüreğimiz ferahlamıştı. Kendisi bizzat aramış ve söyleşi için tarihi belirtmişti. Geldiği sabah ise yağmurlu bir İstanbul sabahıydı. Gününüz aydın, gönlünüz hoş olsun diyerek başladık söyleşiye, bakın bize neler anlattı.

Günaydın

Dedi ki,  “cümlenin gözü aydın olsun”…

Olmaz öyle şey

Nasılsınız?

İyiyim, iyi olmaya gayret ediyorum. İyi düşünmeye çalışıyorum. Hayata iyimser düşünerek bakmaya hala çalışıyorum. Gülümseyerek bakıyorum. Yani hiçbir şeye kızmamak lazım bu yaştan sonra artık sakin ve huzur içerisinde günlerimi geçirmeye çalışıyorum.

50 koca yılı aşkın bir süre…

Evet.1955 den itibaren profesyonellikten sayıyorum. Kadıköy Süreyya Sinemasın da. Dormen’in  “Bir Papaz Kaçtı” oyunuyla. İşte oradan makyajımı silip çıktım. O zaman Beşiktaş’ da oturuyordum, bir de baktım ki sabah olmuş 50 sene geçmiş. Nasıl geçti seneler, hiçbir şeyin farkında bile değilim. Bir gün gibi geçti.

Geleneksel tiyatroyu sizce, biz biliyor muyuz?

Hiç kimse bilmiyor. Kavuklu’yu, Pişikar’ı, Geleneksel Tiyatroyu kimse bilmiyor. Bir iki kişiden başka bileni yok kaldı ki basın hiç bilmiyor. Zaten tiyatrocular da pek uğraşmamışlar. Daima batıdan gelen işlerle, tercümelerle tiyatroyu kotarmışlar. Onun için bizim geleneksel tiyatromuz garip, mahzun kalmış. Karagöz, Hacivat gibi. Bir kaç kişinin merakıyla yürüye gelmiş. Tiyatromuzu ve Kavukluları bilen yok. Onlar büyük kahramanlardır. Bugünün tiyatrosu varsa onların sayesinde var.

Kavuk devrildi, yok kavuk devredildi, icazet aldım; böyle şeyler yok bizde. Sadece eskilerden “peştamal bağlaması” vardı bizde. Çıraklıktan ustalığa geçince, usta oldun der, peştamal bağlanır, öyle bir tören yapılır. Ama kavuklular, kendi kavuğunu kafasından başkasına vermez. O kavuk onun kişiliğidir, namusudur. Onunla beraber mezara kadar gider. Herkesin komiği kendi içindedir. Niye ben gideyim de el âlemin elbisesiyle, kavuğu ile iş yapayım. Olmaz öyle şey.

Kübra Ünlü – Erol Günaydın Röportajı

Tiyatro bir şıklık yeriydi

Bunlara geri dönebiliriz ancak, sizin hikaye 1933 de Akçaabat’ta başlıyor değil mi?

Aslında evet, dünyaya geliş. Ben Karadenizliyim, o zamanlar bilmezdik tiyatro falan. Hatta ilkokul bitince de o zaman oradan Trabzon’a gitmek gerekiyordu. İşte o zamanlar babam dedi ki, “hadi İstanbul’a gidelim de bari bunları adam gibi okutalım”.  Geldik, Galatasaray Lisesine girdim. Oradan pudra kokusunu, tahta kokusunu aldım. Galatasaray’ın Tevfik Fikret salonu vardır, ahşaptır her şeyi. İçeriye girdiğiniz zaman müthiş bir ahşap kokusu gelir. Sonra Küçük Sahne de aynı kokuyu duydum.

Parfüm de sıkarlardı tiyatroya. Çünkü o zamanlar tiyatroya gitmek bir meseleydi. Dediğim gibi tiyatro parfümlenir, herkes çok şık giyinir, kırmızı koltuklar, kırmızı kadife halılar, perdeler. Hatta Anadolu’dan gelen Bandırma Vapuru boşaldığı zaman onlar bile ilk önce çamaşırlarını değiştirir, şıklaşır, Beyoğlu’na öyle çıkarlardı. Ve tiyatro bir şıklık yeriydi. Ama şimdi artık karmakarışık oldu.

Peki, anlamak istediğim bir şey var, dönemi düşünecek olursak, geçim zorluğunun olduğu bir zaman. Nasıl bir şeydir ki, o sürecin insanlarının sanata ve kültüre dair büyük bir alakası var. Bunun için bütçe ve zaman ayırmışlar? Ve büyük bir nezaket ile. Şimdi ise ulaşabilmek ve bu kültürü edinebilmek çok daha kolay, ancak üretim ve rağbet niye bu denli az?

Çoğaldık ve bir de kültür yozlaştı. Biz Cumhuriyet çocukları sonra Batılılaşma hikâyeleri başlayınca da, alafranga modası geldi. Hatta vapurlara girerken bile “ Efendim, rica ederim siz önden buyurun, hayır siz buyurun derler”, bu ikramlar yüzünden vapur rötar yapardı. İnsanlar hep böyleydi, ricacı olunurdu bir kere. Daima bir kibarlık, nezaket, selamlaşma, birbirine saygı ve bir yardımlaşma vardı. Evet, gerçekten yoksulduk ama yoksunluk çekmiyorduk. Gözümüz toktu, hiç kimse ben açım demiyordu. Kaldı ki harp yılları, ekmek karne ile verilirdi.

Kübra Ünlü – Erol Günaydın Röportajı

Bağıran bağırana

İşte, bütün bunlara rağmen, insanlar tiyatroya zaman ayırıyorlarmış, müzik ile ilgileniyorlarmış. Evet, şimdi de belki devam ediyor, ancak sizlerin bizlere anlattığı tatla yaşamıyormuşuz gibi geliyor?

Çünkü mahalleler vardı. İkramlar, dayanışma vardı. Türkiye mahalleliği, birliği kaybetti. Herkes kendi havasında ayrı ayrı bağırıp, çağırıyor. Mahmutpaşa’ya döndü. Malını satan satana, bağıran bağırana.

Dolayısıyla içinde bulunduğumuz sektör içinde geçerli midir?

Gayet tabii, onlar yaptı bunu. Hiç bir evde artık sohbet yok, geçiyor insanlar televizyon seyrediyor.

Sonra sizde televizyona işler yapar oldunuz?

Eeee, mecbur olduk. Çünkü artık tiyatro yaptık tiyatrolar battı, sinemaya girdik, sinemalar seks furyasına döndü ondan kaçtık. Dublajlar ki ben bir zamanlar onu yaptım. Bir süre iş yapamayınca ansiklopedi sattım. Sonra tekrar tiyatroya asıl işime döndüm. Şimdi birden televizyon hayatımıza girdi. Tiyatrodan para kazanamadık, elevizyondan da para kazanamadık. Ne zaman ki amca dayı olduk, onlar da para vermiyorlar. O jönler mönler var, onlara para veriyorlar. Amca, dayılar az para alırlar, geçinecek kadar.

Orada da İsmet Ay ile birlikte bir yılbaşı programında skeçler oynayarak başlıyorsunuz ve arkası geliyor…

Evet, İsmet Ay ile “Kocakarıları” yapmıştık. Ama geçinecek kadar kazandım,  ev, bir arabam vardı. Hala da aynı, zaten ne yapacağım fazlasını ki. O bir ev bana yetiyor. Yani Bodrum’da bir evim olsa kim gidip oturacak orada. Her yerde evler alıyorlar, kiraya veriyorlar sonra da kiracıların canına okuyorlar.

Kübra Ünlü – Erol Günaydın Röportajı

Allah gençlere kuvvet versin

Bir önceki dönemi, yeni nesli, hem yaşamış, hem gözlemlemiş biri olarak, hangisi sizin gönlünüzü tatmin eden kısımdır?

Şimdi bakın herkes kendi devrini metheder “neydi o güzel günlerim benim” diye. Evet, gerçekten güzel günler içerisinde yaşadım. Ama çok yoksulluk vardı. Hiç bir şey yoktu, bir basit radyo vardı. Eşref Refik anlatır, biz dinlerdik. Tiyatrolara giderdim, Dümbüllü’ye giderdim. Mesire yerlerine gidilirdi bir de. Bunlar vardı ama muhabbet vardı. Kendine göre güzeldi, doğa çok güzeldi. Bu devir o kadar güzel ki, teknolojinin her şeysi girmiş. Düğmeye bir basıyorsun, bir anda Oscar Törenlerini seyrediyorsun. Uydu aya gidiyor, ayı görüyorsun. Her şey bir anda odanın içerisine giriyor.

Bütün bunlara rağmen insanlar deli gibi birbirlerine bağırıyorlar, kavga dövüş, aç, herkes birbirine saldırıyor. Bir para hırsıdır, bir reyting kavgalarıdır gidiyor. Doyumsuz insanlar. Hal bu ki çok mutlu olmaları gerekir. Yani o toplum orada yokluk içerisinde mutlu iken şimdi paylaşamıyorlar hiçbir şeyi. Herkes daha çok “ bana bana bana” diyor.

Binalar yükselmiş, zavallı gökyüzü; bir toprak görsem de yağmur yağdırsam diyor. Gökyüzü toprak göremiyor. İnsanlar artık asfaltın içine laleler diyor, sonra bak sana lale yetiştirdik diyor. Yani demem o ki her taraf canavar doldu. Nasıl yaşayacağız, nasıl olacak, Allah gençlere kuvvet versin. Gençlik o kadar kötü değil, eğleniyorlar, gülüyorlar, onları çok seviyorum ama bu büyükler de kazanç hırsı olmasa da birazcık onlara da şans tanısalar da geleceği, ortalığı güzelleştirseler.

Boyanmadığım renk kalmadı

Erol Günaydın’ın takip ettiği yâda kendine model aldığı isimler var mıdır?

Valla ben beğendiğimi beğenirim işte, öyle tek tek şu isim bu isim diye saymam. Aslına bakarsan tiyatro öyledir, başlayacağın zaman birini örnek alırsın. Taklitle başlar, sonra tahrire girersin, sonra kendi kendine aslını, içindeki komiği çıkarırsın. Şehir Tiyatrosunda Behzat Baba’yı  çok severdim. Raşit Rıza, Vasfi Beyler, Yaşar Özsoy diye bir komik vardı onu çok severdim.

Nasıl adlandırılırdı, “bir komik vardı” dediniz mesela, “komik mi” denirdir?

Evet, komik denirdi. Mesela Cam Yılmaz’ın yaptığı işler, komiktir onlar güldürürler. Ama “komedyen” hem dramı hem komediyi tiyatroda oynayan bütün bir tiyatro sanatçısıdır.

Bu anlamda böyle bir tiyatro kişisi, bütün o özellikleri de içerisinde barındırması mı gerekir?

Tabi ki, bir gözü güler diğeri ağlar.

Siz sadece sesinizle de bir dönem komiktiniz, örneğin çocukluğumdaki çizgi film karakteri Ayı Yogi sizin sesinizle komikti;

Ay Yogi, Yavru Kâtipler, Nasrettin Hocalar, Karagöz – Hacivatlar… Nasrettin Hoca için yıllarca Akşehir’e gittim, ah be çocuğum yapmadığım dublaj kalmadı, boyanmadığım renk kalmadı.

Kübra Ünlü – Erol Günaydın Röportajı

Umurumda değil

Şimdi o kadar enteresan bir durum var ki, son dönemde de bir dizide rol alıyorsunuz ve ana karaktersiniz, hiç konuşmuyorsunuz, dizideki canlandırdığınız karakter konuşma özürlü. Merak ettiğim bu iş size geldiğinde nasıl değerlendirdiğiniz?

Valla ben de bilmiyorum. Orada başka bir şey daha var. Oyuncunun oyuncuya yardımı dediğimiz şey. Uğur Yücel ile oynadım ben o rolü, Uğur çok iyi bir oyuncu. Anlatrken bir şeyleri ben onu dinlerken onun söylemlerinden, anlatımlarından insana ifade geliyor. Onun bana aktarımındaki sözlerini dinleyerek Anlatımına karşın ifadelendirdim. Biraz deneyim, biraz tecrübe

Herkesin bu kadar ilgisini çekiyor olmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Benim işim bu çocuğum ben en fazla aaa ne güzel demek başarılı olmuşum dedim. Başarılı olunca da insan sevinir o kadar. Ama çok başarılıyım amanda ben bir taneyim falan böyle şeylerim olmaz benim. Çünkü hayatım boyunca ben popülerlik nedir bilmem çünkü popüler olmak için bu işi yapmadım, işim diye yaptım ve herkes nasıl işini yapıyorsa ben de işimi yapıyorum. Ama bu işi yaparken meşhur olmakmış değilmiş bunlar benim umurumda değil.

Zaten demişsiniz ki “tiyatroyu para ve ün kazanmak için değil, farklı bir iş yapacağım için yaptım” demişsiniz

Evet, çok doğru.

Hala bu yaşımda bastonumla heyecan duyuyorum

E bu söylediğinizi düşünüyorum, şimdi her alanda oyunculara bakıyorum, sizin dediğinizin dışında başka bir şey oluyor?

Evet, başka bir şey oluyor, çünkü televizyonun camını çatlatıyorlar neredeyse. Kırıyorlar ortalıkları, odama düşüyor, sabahleyin aletleri toplayıp tekrar televizyonun içine koyuyorum. Bu hale geldik. Çünkü güldürü çok zor iştir. Bunlar sululukla, güldürmeyi karıştırıyorlar.

Televizyon programlarına ne diyorsunuz?

İşte böyle diyorum yani, sululuk oluyor, başka bir şey değil. Yani hiç biri işini ciddiye alıp da, bu iş benimdir, mesleğimdir, ciddidir, bu işte ilerleyeyim, en iyisini yapayım diye heyecan duyarlar mı duymuyorlar mı bilmiyorum. Ben hala bu yaşımda bastonumla heyecan duyuyorum. Bu eski bir alışkanlık. Bende yerleşmiş, kökleşmiş

Şimdi bu durumu sizin gibi değerlendiren de var diğer taraftan dönem bunu gerektiriyor diyen de; …

 Valla dönem bir şey gerektirmiyor. İnsanlar dönemi suçlayarak giriyorlar bu işin içine, niye; dönem bunu gerektiriyormuş canım. Senin ahlaksız olman mı lazım bu dönem böyleyse yani. Televizyonda seyircinin karşısındasın seyirciye saygı göstermen şart. Onların yüzünden para kazanıyorsun, geçimin sağlıyorsun, onun karşısında yayılıp oturulmaz programlarda. Evlerine misafir gidiyorsun, ona göre bir saygı duyacaksın. Birden bire kötülükler, pislikler akıtmayacaksın, odaları kirletmeyeceksin.

Yeni gelen nesilde bu odaları kirletenleri, televizyon camını çatlatanları görerek yetişiyor bunun doğru olduğunu düşünerek büyüyor.

 Bak, gayet kibar ve bu işi çok ciddi yapmaları lazım. Çünkü senin yaptığın şey onu güldürmek için yaptığın şey. Kendine kendin gülersen halk güler mi, olmaz.

Kübra Ünlü – Erol Günaydın Röportajı

Erkekler nasıl oynuyorlar görmüyor musunuz?

Güldürmeyi kızdığınız manada niye öyle düşünür olduk peki?

Yok, çünkü seviye çok düştü. Nasrettin Hoca fıkralarına bilir misiniz “Gül-Düşün” derler. İnce bir mizahı vardır. Eski karikatürcülerimiz Cemal Nadirler filan karikatür yapar bakarsın, sessiz, sözsüz bakarsın orada bile bir ifade görür gülersin. Bunların hepsi kalktı gitti şimdi sayfalar dolusu yazı yazıyorlar karikatür yaptıkları zaman. Bütün bu zekâ kayboldu aslında. Millette bir garip, böyle gevşek gevşek böyle bir çırpıda bakıyorlar; ya vurdu kırdı yapıyorlar, ya üst baş kıyafetle güldürmeye kalkıyorlar, ne bileyim, çok basitleşti işler.

Bilmiyorum, insanlar düşünerek gülmek istemiyorlar artık. Çünkü düşünmeden iş yapıyorlar, çalışıyorlar, yoruluyorlar, akşam eve gelip hafif meşrep şeyler seyredip eğlendiklerini zannediyorlar. Bir dönem yılbaşında dansöz çıkacak diye olay olurdu. Şimdi her kanalda sabah akşam herkes ama herkes şakur şukur göbek atıyorlar. Başta erkekler, nasıl oynuyorlar görmüyor musunuz şıkkıdı şıkkıdı diye…

Kübra Ünlü – Erol Günaydın Röportajı

Akılları başlarına gelsin

Peki, Erol beyciğim, bütün bu yaşamınız içerisinde bu benim hayatımın servetidir dediğiniz neyiz var?

Sağlığım var. İyiyim, gülüyorum, bugünleri de gördüm Allah’a şükür diyorum.

Sizi bu kadar pozitif kılan şey ne peki, bunu nasıl başarıyorsunuz?

Valla bilmiyorum, yaşamayı çok seviyorum. Doğayı seviyorum. Bu hayatta bir pencerem var, oradan görmek istemediğim hiçbir şeye bakmam, görmek istediklerime ayırır bakarım hep. Çirkin olan her şeyden kaçıyorum. Bahsettim ya bir ara Akşehir’e gittiğim Nasrettin Hocalık dönemimde, göle yoğurt mayası çaldığım gölü kuruttular, ondan sonra bir duydum geçen sen birisi gitmiş de su mayası çalmış oraya. Su mayası da olmaz, insanların aklı için akıl mayası çalacaksın akıl akıl; tutsun da akılları başlarına gelsin.

Siz bu akıl mayasını nasıl tutturdunuz peki,

Benim Türk edebiyatçılarının karikatürcülerinin çoğu arkadaşımdı, ben hemen onları bulurdum, onlarla muhabbet onlarla sohbet. Tiyatro sanat yalnız başına değildir, işte bunlarla birliktedir. Edebiyatçılar, şairler, onların dostluklarını kazandım, onlarla muhabbetlerden yararlandım, çok okudum. Çok zengin ufuklar açtılar onlar bana. Bir tek Orhan Veli’yi tanıyamadım, gerisi hepsi Melih Cevdet Anday, Sait Faik, Necati Cumalı, Oğuz Aral, Tekin Aral, Can Yücel, Altan Erbulak, Ali Ulvi, Ferhun Doğan, Mıstık hangi birini sayayım şairlerin…

Kübra Ünlü – Erol Günaydın Röportajı

Öyle büyüdük

Bütün bunlarla yoğrulmuş bir insan tabi böyle düşünür böyle olur, e biz kimlerle ne yapalım?

Valla bilmiyorum siz kimlerle yoğurulursunuz da, ben edebiyatçı falan da görmüyorum yani:) Bir arkadaşım Aydın Boysan var, işte bir iki dinozor kaldık Allah ömür verirse.

Size hayat veren hep tiyatro mu oldu?

Tiyatro ve tiyatro içindeki dostluklar. Altan Erbulak’la çok yakın dosttuk. Geçen akşam bir filmine rastladım da hem seyrettim hem ağladım. O günün hayatı çok güzeldi, her köşe de bir edebiyatçı bir şair, bir şiir vardı. Öyle büyüdük.

Öyle zannederim ki böyle yaşayan ve büyüyen biri için bugüne bugünün insanına tahammül etmek zor olsa gerek?

Ben işte görmek istemediğimi görmüyorum, onu yapıyorum. Benim evim alt katta sırf bahçeye bakar, yoldan çok uzaktayım. Mecbur olmadıkça sokağa da çıkmıyorum. Bahçemle uğraşıyorum, çiçeklerim var. Eski günleri anıyorum, fotoğrafları karıştırıyorum, yaşadıklarımız aklıma geliyor açıyorum kitaplarını okuyorum o ara başka bir şey geliyor, derhal oturup başka bir kitap daha açıp okuyorum.

Peki izleyip, gözlemleyim, bunda var bir şeyler, bundan olur dediklerinize, mesela arayayım da şunu söyleyeyim, bak şuna dikkat et, bunu böyle yap dediğiniz oluyor mu?

Var var, olmaz olur mu var arada bundan olacak dediğim, hamuru mayası sağlam olanlar. Mesela son dönem bütün arkadaşlarım gençlerdir. Onlar gelirle onlarla sohbet ederim. Ramazan geliyor, şimdi diyorlar kim meddahlık yapar mısın? E meddahlık kalmadı ki artık kimse bilmiyor da, şimdi arada bir gideceğimde meddahlıktan ziyade meddahları ve geçmiş günleri anlatayım diye. Çünkü eskiden televizyonlarda ben yapardım. Hiç olmazsa anneanneleri, dedeleri bu eğlenceleri nasıl yaşarlarmış onları bilirler.

Kübra Ünlü – Erol Günaydın Röportajı

Beni insanlar güldürüyor

Biz sizler aracılıyla bildik, ancak bizden sonra ki nesil belki de hiç bilemeyecek sanki?

İşte kavuk meselesi gibi. Ne onu, ne bunu ne şunu bilmiyorlar, Sadece bu gün içinde yaşıyorlar. Hâlbuki geleceğe nasıl olsa gidiyorsun ama geçmişe bir daha gidemezsin. Kıssadan hisse alanlara ne mutlu.

Sizi güldüren birileri var mı?

Beni mi; beni insanlar güldürüyor.

İnsanlar yeterli diyorsunuz.

Şimdi birçoklarının dediği bir şeyi size soracağım ama dolandırmadan net bir cevap istiyorum, anlaşalım

Buyur bakalım

Benim doğduğum yer bu ülke olmasaydı da bambaşka bir ülkede olsaydım, doğsaydım, farklı olurdu dediğiniz hiç oluyor mu, oldu mu?

Haa, ne iyi ettin bunu sormakla, aferin sana; dediğim olmuyor biliyor musunuz, değim olmaz. Neden biliyor musunuz? Çünkü ben 1956- 1957 yılında Paris’e gittim. UNESCO bursu ile gittim. Hatta bana orda kal dediler. İyi ki gitmedim. İyi ki ülkemde oldum da bu yaşıma burada böyle ülkemde geldim diyorum. HİÇ BİR YERDE GÖZÜM YOK BU İSTANBUL’DAN BAŞKA. Oralarda olmayı hiç istemedim, istemiyorum ve yurt dışına çıkmaktan da hiç hoşlanmıyorum.

Harikasınız;

Kübra Ünlü – Erol Günaydın Röportajı

Ceketimi asmadığım çivi kalmadı

İki kalas bir hevese dönelim, bu kitap nasıl çıktı ortaya?

Valla, bugün fasulye yedim diyenler var, efendim bak kocamı da nasıl aldattım, adına da aşk dedim bak kitabını da yazdım, bak çocukta doğurdum sanda da anlatayım bak nasıl doğurdum deyip de o kadar çok kitap yazmaya başladılar ki; ben bu yüzden hiçbir zaman düşünmedim yazı yazmayı. Sonra böyle bir teklif gelince Nehir Yayınlarından, Emine Algan geldi benimle röportaja, e anlatayım o zaman dedim.

Aslında ben anlatmak istemiyordum. Kimi ilgilendir kimi ilgilendirir benim hayatım. Ben bunları yaşadım, oldu bitti, yaptıklarımı yaptım. Ölen ölür, kalan sağlar bizimdir diyordum. Anlattım anlattım, kitap olduktan sonra da sevindim, hiç olmazsa bir meyvemiz oldu dedim. Uzun çok uzun bir hayat yaşamışım, farkında değilim. Anlatmaya başlayınca anladım. Sekiz ay anlattım durmaksızın ve yarısı da makaslandı. Çünkü çok uzun şeyler. Düşünün ANADOLU’DA SİNEMALARIN, TİYATROLARIN ARKASINDA CEKETİMİ ASMADIĞIM ÇİVİ KALMADI.

Oynamadığınız bir karakter kaldı mı?

Valla pek kalmadı galiba.

İçinizde kalan bir şey var mı?

Aslında o da yok. Ama bir tek bu tiyatroya başladığım zaman bu çocuklar için kukla tiyatrosu vardı. Onu yapmak çok istedim olmadı yapamadım. Âmâ çocuk tiyatrosu uzun yıllar yaptım.

Kübra Ünlü – Erol Günaydın Röportajı

Dümbüllüyle muhabbetim yerinde

Sayısız ödül sahibisiniz, sizin için en önemlisi hangisidir?

Ödül çok canım, ödülün sayısını bilmiyoruz artık. Ben İsmail Dümbüllü ödülünü çok seviyorum. Ben bazen evde onun heykelini siliyorum, süpürüyorum, temizliyorum. Çok konuşuyorum onunla, bazen alıyorum televizyona tutuyorum “bak üstat neler yapıyorlar” diye gösteriyorum da bana bir şeyler söylüyor ama şimdi polemik olmasın diye söylemiyorum. Dümbüllüyle muhabbetim yerinde canım.

Son olarak neler söylemek istersiniz,

Diziler birbirinin benzeri, her şey bir birinin aynısı. Bugün seyrettiğimi dün nerede izlemiştim diyebiliyorum bu çok yanlış. Bir ikisincisi de bunlar hep birbiriyle kavgalı en çok buna üzülüyorum. Sen niye onlan, bunlan muhatap olup kavga dövüş ediyorsun. Bir elin parmakları kadar zaten insanız… Çok yanlış. Ben mesela Nejat’a, Gazanfer’e bir şey olacak diye içim titriyor, çok seviyorum onları. Benim neslimin insanlarına bayılıyorum, hepsini çok seviyorum. Bugün kiler hiç öyle değil, birbirlerini sevmiyorlar, birbir lerine kızıyorlar. Para için mi yapıyorlar bunu, bunlar çok ayıp bir şeyler.

Bu şahane sohbet için Çok teşekkür ederim Erol Bey, şimdikiler gibi gönüllerimize sezdirerek değil de öyle usulcacık sezdirmeden kendinizi böyle güzel sevdirip gönüllerimizde kaldığınız ve varlığınız için de bin teşekkür. Güzel günleriniz var olsun. İyi ki varsınız.

Oh Daha ne olsun, sen de var ol Kübracığım, ağzına yüreğine bereket güzel insan; ben teşekkür ederim.

Kübra Ünlü – Erol Günaydın Röportajı

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir