Menü Kapat

DÖRT ERİK ÇEKİRDEĞİ

DÖRT ERİK ÇEKİRDEĞİDÖRT ERİK ÇEKİRDEĞİ

Baktın geçtin.

Gördüğün, görebildiğin, algın kadarına da bir anlam da verdin.

Sonra bir kavram lüzumuna göre;

Evet evet, tamda öyle kendince kendine göre.

Bir de değer verdin ya da vermedin…

Ve geçtin gittin.

Sonraki, sonraki, sonraki…

Evet evet az önce, parmak ucunda kaydı, geçti, gitti koca bir yara …

Geçmiş yüzyıldan biri okuyorsa:) hemen anlatayım; bak kardeşim, bu icat ile billahi her şey parmak ucunda… Şimdi senin de aklını karıştırmak gibi olacak ama mümkün mertebe anlamaya çalış. İnsan denen varlık beynini boşaltıp, bağırsaklarını boşaltamayınca ve feraha erdikçe aklını çalıştırmaya üşenince dedi ki; Aklımdan da üstün akıllar üreteyim. Hasılı işte icat böyle böyle Graham’a nanik yapan bir hal aldı. Sonunda anı kareleme işi baya bir hikâyeye sardı. Senin anlayacağın, şu cama parmak ucunu seyirtiverdin mi sonraki, sonraki ve dahi sonraki derken, Çoğu zaman işte şu çekirdekleri de görmediğin gibi üst üste görmeden öyle geçersin. Sonra söz detayı ile anlatırım ama şimdi sen var git yoluna hem geçmiş yüzyıla hem de Graham’a selam söyle, hepimiz onu öpüyoruz…

Neyse, şu fotoğrafa bakıp kaydırıp giden, evet evet şimdi sana söylüyorum, geri dön, gel anlatacaklarım var.

Yok be, kardeşim korkma atomun çekirdeğini anlatmayacağım. Kozmos’a da girmeyeceğim. Vallahi mitoz bölünmede hücre çekirdeğini de anlatmayacağım. Hem onları başları çok güzel anlatıyor. Benim işim bu dört küçük kuru çekirdeği anlatmak.

Anlatacaksın da ne olacak diyorsan, hepi topu olacak olanı da söyleyim. Belki koşturmaca halindeki halinin, görmeni imkansızlaştırdığı o sisli gönül kapını aralayacak.

Bazen görmediğin, geçtiğin o şey koca bir yaradır.

Sen de o yaralardan birine denk geldin.

4 küçük kuru erik çekirdeği bir yara eder.

Yirmi yıl öncenin hikayesi.

Çok kanser hastasında, çok emeği olan Doktor Erkan Topuz, o günlerde babama da demişti, “taş çatlasın beş yıl daha yaşar” …

Net söylemişti, ay vermiş, gün vermişti…

Unutmam…

E bu zaman dilimin başlangıcı ile bitişi arasında elbette tecrübelerinde, acı acı, farkları var.

Daha iyi olan günleri; akciğer kanseri olduğunu öğrendiğimizin ilk günleri, ilk zamanları ve ölümü normalleştirme çabaları…

Bir gün; “Ölünce baş ucuma dikersiniz” deyiverip, bir erik bir mavi çam ağacı ile çıka geldi.

Müteahhit eline geçtikten sonra yok olan koca bahçemizin ortasına dikilen apartmanın sol yanında uzanan eni 2 metre, boyu 6 metrelik toprak parçasına sıralayarak ekmeye çalıştı.Ekti .

Mavi çam apartmanın merdivenlerini silen temizlikçi hanımın gazabına uğradı. Çamaşır sulu kirli suları dibine dökünce kurudu gitti.

Zamanda ilerliyor kanserde de bambaşka evrelere geçiliyordu. Yavaş yavaş beden de kurumaya başlamıştı. Hem de gözümün önünde, göz göre göre…

Erik ağacına gelince; ektiği sabahı hatırlıyorum da nasıl da gülümsüyordu. Hınzır hınzır:)

Yok yok şimdi baya baya niye, nasıl ve neden güldüğünü anlatacağım:) Malum sigara yasak. Ancak ne yapar eder, bir yolunu bulur, içmeyi çok istese de artık dilediği gibi içemediği o sigarayı tüttürmenin bir yolunu oluştururdu.

Yine öyle bir sabah sigara kaçağı yapmak, erik ağacını da dikmek bahanesi ile apartmanın sol yanının toprak parçasındaydı. Kız kardeşimin yardım ve yataklığı ile sigarasını bulmuş, yakmıştı. 🙂

Toprağı eşeleye eşeleye ektiler, gülüştüler, konuştular ikisi de sigaralarını arada tüttürdüler.

Sanki hiçbir şey olmamış, sanki her şey eskisi gibi yolundaymış ve sanki sıradan bir hayatın sıradan bir gününü yaşıyorlarmışçasına;

Mutlu, serin ve güneşliydiler…

Ektiler, suladılar, tuttu…

Sonra öyle zamanlar yaşandı ki, kimsenin gözünün erik ağacını görmesi mümkün dahi olmadı.

Acı yüreklerimizi şeddeleyip katmerledi.

Acı – çok acı – zamanlar sıraladık.

Hasılı kelam; Nisan sonunda “susmuşlara” sırladık…

Nisan’a da bu yaşattıkları yakışmazdı ama, o da bahardı, ne yapsındı…

Hoş bence bu baharların hep kafası karışık ya; neyse…

Yukarıdakiyle arası bozuk zaar.

İlk olsa dert, son olsa ayrı dert… Neyse…

Bir cenaze için gerekli olan tüm işleri hem de kız başıma (yani senin gözünde “kız başıma” belki😊) bitirmiş; mezarlıktan dönmenin yoğun duygularından geçerken, bayılmadan hemen önce, bir metrelik boyu ile yeşile durmuş, beş – on çiçeği ile erik ağacını apartmanın giriş merdivenine adım attığımda gördüm.

Hemen yanına vardım. O sıra “kalabalıkta nasıl oldu da çiçeklerini düşürmedi” diye düşündüm. Öyle sağlam sahip çıkmıştı ki, eğildim, kokladım, yapraklarını sildim…

Hızla yukarı, eve çıktım. Ağlaşan, bağırışan hanım teyzelerin arasından, sesi kulak tırmalayan tiz sesli  başkaca hanım teyzegillerin okudukları surenin fonu eşliğinde, banyodan bir kova su alıp, hızlıca aşağı indim. Tam bir saat önce babamın mezarına, kuş suyunu bıraktığım gibi, kim bilir kaç zamandır, can suyuna hasret kalmış olan erik ağacının dibine, bir kova su verdim.

Kana kana içti gördüm…

Çiçeklerinin kulağına eğildim; “hala buradasın meğer hiçbir yere gitmemişsin Baba” dedim.

Sonraki iki günü hiç hatırlamam da, aradan geçen iki ay sonunda erik ağacının üzerindeki tam altı tane küçük yemişiyle karşımda durduğu günü çok iyi hatırlarım.

İkisini sineğe, böceğe, kuşa, kurda verdi; göz hakkı; dedi.

Dördünü bana…

Hoş gözüm gibi baktım. Gün gün başında bekledim, İlk meyvesini versin sonra götürüp erik ağacını da istenildiği yere; ebedi istirahatgâha yerleştirecektim.

4 meyvesini verdi.

Yemedim, kimselere de demedim.

Öylece gözümün önümde, göz göre göre meyvesi de çürüdü gitti…

Erik ağacınıda istenildiği yere yerleştiremedim.

Mavi çamın hazin sonunu, yazık o da, yaşadı…

Elimde, kala kala, dört meyvenin, dört çekirdeği kaldı…

20 yıl geçti aradan.

3,4 ev değiştirdim.

Oğlum delikanlı oldu.

Neler yaşandı – geçti – kimselere bir şey olmadı.

Acıdan, babam dışında kimse de ölmedi.

Kimse kalmadı, dağıldı, uçtu, kimi görünüp, kimi görünmeden gitti.

Kimseler erik ağacını da bilmedi, görmedi.

Tıpkı az önce parmağının ucunda kaydırdığın görmezden geldiğin ve  şimdi gördüğün bu fotoğraf gibi…

Artık ileri derece yakın problemli bir görmez olsam da “kalan”ı görmekte ısrarlıyım.

Değişmeyen bir şey vardı, onu da bugün “gördüm”, görünce de 20 yıl sonra yazdım.

Hangi masada çalışırsam çalışayım, kalem kutumda bu “dört çekirdek” hep benimle oldu.

Hep yanı başımdaydı ama; bazen işte;

4 küçük kuru erik çekirdeği; 1 koca yara ediyor…

Gördün mü?

Kübra Doğru Ünlü / K.Çekmece-Atakent

2 Ekim 2022 / 12:12

 

 

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir